İnsanoğlunun hamuru merakla yoğurulmuştur. Bazılarının hamuruna az, bazılarının hamuruna ise başlarını belaya sokacak derecede çok merak katılmıştır.
Merak, öğrenmeye yardımcı bir eleman olmakla birlikte iyidir de, fazlası zarardır, durduk yere iş çıkarır insanın başına. Öyle ince bir çizgidedir ki, dengede tutmak maharet ister.
Çocukların içindeki merak güdüsü ise en had safhada olur. Her şeyi, her gördüğünü öğrenme, hatta yerine göre yapma isteği uyandırır. Tıpkı bende çocukken olduğu gibi. Pardon, eksik oldu, “bizde olduğu gibi” demem gerekirdi.
Merak insana sopa da yedirtir, hem de terlikle. Nasıl diye merak mı?
Çocuktum, ufacıktım. Top oynamıştım ama acıkmamıştım. İlkokula gidiyordum. Ağız alışkanlığıya ben diyorum sürekli ya, gidiyorduk; amcaoğlumla birlikte. Anne-babamın ‘Alamancı’ olması hasebiyle, çocukluk ve gençlik yıllarımın çoğunluğu (ilkokul ve ortaokul yıllarımın birkaçı hariç, çünkü o zamanlarda ben de Alamanya’da, anne-babamın yanındaydım) dedem-amcamlar-ablamlar üçgeninde geçmiştir benim. Bu nedenle amcaoğullarımla kardeş gibiyizdir.
Dedim ya, merak. İşte ilkokul yıllarımızdan birinde cıgaraya merak sarmıştık biz. Hangisi diye sorarasan, net olarak hatırlamıyorum ‘Birinci’ cıgarası olduğunu. Hani şu filtresiz, beyaz ambalajında ve en ucuz olanı diye hatırlıyorum. Nasıl oldu da merak sardık demeyeceğim, zira hem amcam, hem de dedem fosur fosur cıgara içerlerdi. O zamanlar şimdiki gibi ne çevreye ne de diğer insanlara rahatsızlık verme kaygısı yoktu insanlarda. Çocuklar mı? Yok canıım, nerdeee! Ya cezalar? Henüz o da yoktu görünürlerdede. Cıgara her mekanda, her yerde kaygısızca tüttürülürdü. Her yer duman altıydı. Kimi görsen ağzının bir kenarından muhakkak bir cıgara sarkardı. Hatta yaşlıca bir dayı vardı köyde, cıgara kösmüğü ağzının sağ tarafına yapışık sanırdım. Bir başkasının elinde ise her zaman izmaritine kadar sömürülmüş bir sigara hiç eklsik olmazdı.
Cıgara yaşlılarda yeleğin sağ cebinde, daha gençlerde gömlek cebinde olurdu ki ceplerin kabarık duruşunun bile bir havası vardı o zamanlar için. Cıgara paketinin açılması bile bir ritüeldi. Paketi şöyle afili bir hareketle çıkarıp eline alacaksın, ortadaki bandrol kağıdının sağından ya da solundan jelatini tutup cırt cırt diye özenle yırtarak bir dörtgen oluşturacaksın. Bunları yaptın mı? Şimdi o halde sağ elinle paketi ters çevir, sol elinin işaret parmağını öne uzat ve az önce açtığın dörtgen kısmı boşa gelecek şekilde parmağına vur. Çıgaralardan üç beş tanesi kafasını ileri doğru uzattı mı? Hah, tamam, etrafında insanlar varsa onlara da tut. Tuttun mu? Tamaam, şimdi al sen de sıkıştır ağzının bir kenarına birini. Oldu işte gördün mü bak? Çak hadi üstten kapaklı, fitilli, ispirtolu metal çakmağını şak diye ve çıkan pembemsi alevle tutuştur cıgaranı. Çek derin bir nefes taaa ciğerlerine ki cıgaranın ucu şöyle yarısına kadar nar gibi kızarsın. Şimdi bırak içindeki dumanı, üfle ki bulut bulut olup ortamdaki kafaları içine alsın. Arkana yaslanıp keyiflenmeyi de unutmayasın sakın. Oooof,of! Amma havalı gelirdi bize.
Böyle bir ortamda merak zirve yaptı tabii ve bizi, cıgarayı deneyimleme arzusuyla yanıp tutuşturdu. Nasıl olacaktı peki? Oldu oldu, hem de çok kolay oldu. Okul çıkışı köyün bakkalından aldık bir paket ‘Birinci’, bir paket te kibrit yanına. Bizim havalı çakmağımız mı var yakmaya? Sağolsun bakkala amca hiç sormadı, sorgulamadı. Adam parasına baktı, o kadar. Bakkal amca bize, “Size cıgara satmam, babalarınıza söylerim,” falan da demedi. Belki bizim köyün bakkalı olsaydı derdi de, bizim köyde bakkal yoktu ki. İlkokulu bizim hemen üst tarafımızdaki köyde okuduk biz ve bizim çocuklar.
Cıgaramızı almıştık ya, gizli bir hazine taşırmış gibi koynumuzda, kimseyle muhatap olmadan ayrıldık bakkaldan. Yolu yarılamıştık ve sabırsızdık. Fındık bahçelerinin arasında görünmediğimize kani olunca, amcalar gibi cıgara paketini açma ritüelini yapmaya çalıştık önce. I-ıh! Bizimki büyüklerinki gibi olmuyordu. O işi bir şekilde hallettikten sonra, o zamanların filtresiz gariban cıgarası olan meşhur ‘Birinci’den birer dal ağzımıza sıkıştırdık. Yaktık ve deriin bir nefes sönümledik. Sonrasını nasıl anlatsam bilemedim şimdi. Öksürük, öksürük, köhür köhür öksürük. Dumandan yanan gözlerimiz de pörtlemişti yuvalarından. Aman Allah’ım, ne iğrenç bir tadı vardı bu zıkkımın, ağzımızı buruşturdu. Merak dedik ya merak!
Ders almadık, birer nefes daha çektik. İlk çekişte boğulduğumu sanmıştım ya bu yine iyisiymiş. İkinci çekişte gelen öksürük nöbeti, ciğerlerimi ağzımdan söktürecek diye korktum. Gözlerimden gelen yaşlar yanaklarımda aşağı boncuk boncuk süzülüyordu. Ortalık biraz sükun bulup azıcık kendime gelir gibi olunca amcaoğluma baktım, onun da benden aşağı kalır bir tarafı yoktu.
Olduğumuz yerde oturup kendimize gelmeyi bekledik. Her şey süt liman olup birazcık kendimize gelince, birbirimize baktık, gülsek mi, ağlasak mı bilemedik. Büyükler bu zıkkımı nasıl içiyorlardı? Yine de paketi atmadık, cebimize sokuşturduk, hiç bir şey olmamış gibi eve vardık. Amcamların evinin tuvaleti dışarda, asma tuvaletti. Tuvalete girdik gizlice, cıgara paketini ahşap kirişin üzerine koyduk, sakladık aklımızca.
İçeri girdiğimizde yılların tiryakisi amcam, cıgara içmenin verdiği kokuya olan bağışıklığıyla bizdeki kokuyu mu almadı, yoksa aldı da ne olduğunu mu tam olarak anlayamadı mı bilmiyorum, bir şey demedi. Bize kalsa leş gibi kokuyorduk. Evdekiler, içerinin havasını zaten zaten sarmalamış olan cıgara dumanının kokusunun etkisiyle farketmemiş de olabilirler, orasını hiç çözemedim.
Bir zaman sonra, amcam kalktı, tuvalete gitti. Amcaoğlumla anında gözlerimiz birbirine korku ve endişeyle kilitlendi. Birbirimizin gözlerindeki “Eyvah!” nidasını okuyabilmek için illa ki okuma yazma bilşmeye gerek yoktu. Neyse ki ok fazla beklememize gerek kalmadı, amcam bir elinde cıgara paketi, ki bizim paketti, bir elinde yeşil renkli tuvalet terliği, şöyle tabanı dilim dilim derin izli olanlardan, hışımla içeri daldı. Onu o halde görmemizle bizde şafak attı, ama çok geç kalmıştık. Odada hapistik ve kaçacak çok fazla yerimiz yoktu. Kaçınılmaz kaderimize razı gelerek o tuvalet terliğiyle sopamızı bir güzel yedik.
Şimdi geriye dönüp bakıyorum da, o günden bu güne ne kadar “Çoook!” zaman geçmiş. Ve biliyor musunuz? O günden bu güne ne ben, ne de amcaoğlum ikinci bir deneme yapmadık. Allah amcamın eline nur yağdırsın diye dua ederim hep. Büyük ihtimalle bilmeden bize o kadar büyük bir iyilik yaptı ki, ben anlatırım bazen, ama o hala tam olarak farkında olmaz.
Günün sonunda en net hatırladığım o günden, tuvalet terliğinin tabanındaki derin izlerin, kaba etimde bıraktığı “derin” yansımadır.