Kuru Üzümler ve Hüzünler

Muzaffer… Candan sevdiğim, can öğrencilerimden sadece birisi. Sevimli mi sevimli kerata. Kendini sevdirmesini de iyi biliyor ha. Hani “Şeytan tüyü var” denir ya bazıları için; sanki Muzaffer için söylenmiş. Çok da zeki, ben biliyorum. Gel gör ki, zekasını derslerinde üst seviyelerde kullanmıyor. Bilmiyorum, belki de kullanamıyor, çok emin olamıyorum.

Eğitimle az biraz içili dışlı olanlar veya ilkokulda çocuğu olanlar bilirler; okullarda haftanın belli günleri öğrencilere kuru üzüm dağıtılıyor; öğrenci başına küçük bir paket. Yesinler, zihinleri açılsın diye.

Salı günüydü. Ders esnasında müdür bey rica etti, birkaç dakikalığına hemen üst kattaki odasına gelmemi istedi. Ben müdür beyin yanındayken, görevli kuru üzümleri dağıtmış. Hem yesinler, hem ders yapalım, bakalım motivasyonlarına nasıl etki edecek diyerekten, üzümlerini ders sırasında yemelerini istedim. Herkes üzüm paketlerini çıkardı sevinçle. Yüzlerine yayılan mutluluğun izlerini yakaladım, gülümsedim.

Gözüm Muzaffer’e kaydı sınıfta gezinirken. Elinde iki paket üzüm vardı. Görevliyi nasıl ikna etmişse, kuru üzümlerden iki paket almıştı. Takılmak geldi içimden.

“Muzaffer!” dedim sertçe. “Sende niye iki paket var?”

“Abla bana iki paket veydi.”

“R” harfiyle belada Muzaffer’in, çok uğraşıyor, söyleyemiyor bir türlü. Aslında birçok harfi telaffuz ediemiyor ya, en çok “R” harfiyle cebelleşiyor.

“Nasıl yani? Herkese bir tane veriyor da, sana niye iki tane verdi? Sen kendin istedin değil mi?”

Aslında hiç kızmadım, niye kızayım ki? Varsın yesin çocuk ne olacak. Ama Muzaffer’e takılmak öyle güzel sonuçlar doğuruyor ki.

“Yoook!” diye itirazı bastı hemen. “Ben istemediim, o kendisi veydiii.” Kelimeleri uzata uzata, özellikle vurguluyordu. “Hadi canım sen de,” dedim, elimi sallarken.

Ben üsteleyince ikinci paketi ne yapacağını, nereye koyacağını bilemedi bir süre. En sonunda çantasına koymaya karar vermişti ki, tekrar yapmacık bir şekilde, sertçe çıkıştım içimden gülerek.

“Hayır Muzaffer, üzümler eve gitmeyecek, devlet onları size okulda yiyesiniz diye veriyor!”

Bu sözüm üzerine paketi çantasına koymaktan vazgeçti. Elinde evirip çevirdi bir süre, “Ne yapayım?” der gibisinden dudaklarını büküp bana baktı. Sonra maksadını ortaya koyan cümleyi koyuverdi ağzından:

“Benim babam kuyu üzümü çok seviyoy.”

Babasını da tanıyorum Muzaffer’in, az buçuk muhabbetimiz de var. Kaşlarımı çatık, devam ettim:

“Ne yapayım seviyorsa?” Cık, cık cıkladım. “Seviyorsa kendisine kuru üzüm alsın canııım!”

İşte tam burada Muzaffer olanca sevimliliğini ve çocukça masumiyetini tüm yüzü ve mimikleriyle harmanlayarak ellerini iki yana açtı:

“Ama bizim köyde kuyu üzüm satılmıyoy kiiii!”

Yüzümdeki(zaten olmayan) yapmacık kızgınlık bir anda silindi gitti, sesli güldüm. Ben gülünce kuru üzüm paketinin çantayı boyladığını gördüm.

Aradan üç gün geçti, gün cumaya evrildi. Cuma karne günüydü. Öğrencilerin büyük çoğunluğu velileriyle gelmişlerdi karne almaya. Muzafferi gördüm merdivenlerde, öyle boynu bükük, mahzun bir havası vardı ki. Yine takıldım, hiç karşılık vermedi. Hiç onun tarzı değildi, merak ettim. Bakındım etrafına, yanında kimsecikler yoktu. Anladım ki yanlarında  anne-babalarıyla gelmiş olan diğer çocukların yanında yalnız olmaktı bütün mesele. İçimde bir yerlerin sızım sızım sızladığını hissettim.

Zil çaldı, karneleri vermek üzere sınıfa girdim. Neredeyse öğrenci sayısı kadar veli, sınıfın arka tarafında, ayakta dikilmişlerdi. Muzaffer’e baktım, yine aynı mahcubiyet ve boynu büküklük. Neşelendirmeye çalıştım, hiç para etmedi.

Masama geçtim, karneleri sırayla dağıtmaya başladım. Öğrenciler, velileriyle birlikte aldılar, her biriyle kucaklaştık, öptüm çocuklarımı, resimler çektirdik. Hemen herkes velisiyle bir sevgi yumağı oluşturdu akabinde.

Tesadüfe bakın ki, Muzaffer’in karnesi son sıradaydı. Çağırdım, geldi. Yine mahzun, yine gülmüyor, yine hüzünlü. Karnesini verdim, bakmadı bile. Sarıldım, öptüm. Birden ana öyle bir sarıldı ki, belki evlatlarım öyle sarılmamışlardır. Bir müddet öyle kaldık, zamanı dondurduk sanki. Sonra ayrıldı, elimi aldı, büyük bir hürmetle öptü, alnına götürdü. Ardından yerine gitti usulcacık, oturdu. Bunu diğer öğrencilerimden hiçbiri yapmamıştı.

“Ah sevimli yavrucak,” diye hayıflandım elimde olmadan. Gözlerim doldu, bir duygu selinin içinde buldum kendimi. Yanına gittim, onun yalnızlığının farkına bile varmayan diğer velilerin çocuklarına yaptığı gibi Muzaffer’in karne gününe olabildiğince ortak olmaya çalıştım.

Karne günündeki Muzaffer’i unutmam herhalde pek mümkün olmayacak.

Ocak 3. Hafta, 2017, 2/B Sınıfı, Gülyalı Merkez İlkokulu, Ordu

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir